Sıcacık ellere dokunduk biz; onlara ulaşmayan sevgilerle,
büyütülmüş, tek başlarına var olmuş, hüzünlü gözlerdi büyüklerimiz. Savaşların,
darbelerin, kavgaların meydanına doğmuş; yasaklı, engelli, efendi çocukların
ellerine…
Bizi böyle içlerine çekmeleri, kavanoz saadetli dünyalarda
yaşatmak istemeleri, korunaklı bahçelerde büyütmek istemeleri bundandı.
Yere düşmeden kaldırılırdık çoğu kez, daha ağlamaya
başlamadan içleri titrerdi.
İsteklerimiz, öncelikleriydi. Biz büyürken, dünyanım gelişimi
aniden hızlandı.
Tv geldi renkli, levis kotlar, mc donaldslar….
Camdan bahçeler çatlamaya, ahlak duvarları kırılmaya
başladı. Bağımsızlık ve eşitlik mücadeleleri yenilgiye uğradı.
Başkalaştı mahallemiz, “öteki”lerle sokakta oynamaya,
maçlarda küfür etmeye, dışlamaya, dışlanmaya başladık. Etiketleşti sırayla her
şey; herşeyin bir ederi vardı ama değerler yok oluyordu.
Herkes bir şeyler almaya çalışıyordu, ev, araba, rütbe,
mevki, aşkı bile…
Ve biz de ilk tokadı aşık olunca yedik; o karşılıksız,
çıkarsız, tam güvenlikli aile kucağından, menfaatlere düştük.
Kırıldık, kaybettik hesaplı oyunlarda, beynimiz uyuştu, kalbimiz
katılaştı. Bizim de sevecenliğimiz, hayatımız sömürüldü. Tüm taleplerimiz
ailemize kaldı. Bu sefer onlar şaşkındı; “ Daha ne yapabiliriz, biz bir şey görmedik
ki?”, “ Başarısız mıyız? ” diye sorguladılar kendilerini. Biz zalimce üstlerine
gittik ; “Anlaşılmıyorduk”, tükeniyorduk, diplomalı, en az 2 lisanlı az çok
tecrübeli orta sınıf işsizlere dönüştük, “Umutsuzduk”, iş alanları giderek
daralıyor, üretim bitiriliyor, rüşvet ve torpil cirit atıyor, hızla
anlamadığımız şekilde eğitimsiz, illegal köşe kapmalarda, dışarıda kalıyorduk.
Rekabeti “ fairplay” sanardık, canavarlaşmak gerekiyordu oysa bir adım
yükselmek için. “ Nasıl ve kime isyan edeceğimizi bilmiyorduk”. Ülkenin bugünü
bile belirsiz, yarınımız hayalsizdi. Sadece zenginlerin karnı toktu, diğerlerinin
mücadelesi yok sayılıyordu.
Mesela büyüklerimiz canları pahasına kazandıkları haklardan bizde ( eşitlik, düşünce özgürlüğü,
çift ikramiye ve desteklerimiz ) yoktu. Çağın tüketim çılgınlığını zor
doyuruyorduk.
“Ezikler “ yarattık,
insanlığımızı kısa zamanda unuttuk, artık silahlarla değildi savaş;
Markalar, ilaçlar, teknolojinin gücüyle beraber hız bombası,
hortuma dönüşüyor, dışarıda kalanı atıyordu içinden.
Kimin kimsenin “ içinden” haberi yoktu. En çok psikiyatri
hapları, doğal ürünler, içe dönüş seminerlerine başvuruluyordu o da anlık çözümler
oluyordu; oysa “AN”dan çoktan kopmuştuk.
CARPE DIEM’i yanlış anlamış hep anlık yaşamıştık aşkları… Bugünü zor
kurtarmıştık.
Bireysellikten, bencillikten toplumsal olaylara “Fransız”
kalmıştık. Gerçi tüm Avrupa’yla beraber Fransa da hala tamamen dünyaya
ilgisizdi. Oysa demokrasi ve insan haklarını onlardan öğrenmiştik. Şimdi sadece
ekonomik anlaşmalarda, azınlık savaşlarında, papa seçimlerinde karşımıza
çıkıyorlardı.
Dünya dönüyordu kısaca, ben ne yazarsam yazayım, çarklar
kırılmıyordu.
Peki, ben kim olacaktım büyüyünce?